Skip to main content

Yazar: Emel Katırcı

Gebelik Depresyonu ve Beslenme

Beslenme özellikleri gebelikte depresyonu arttıran faktörlerden birisidir.

Gebelik depresyonuna yatkınlığı artırdığı düşünülen bir diğer olası faktör gebelikteki beslenme düzenidir.
Beslenme, gebelikte ve depresyonda nörotransmitter geçişi için temel yapıyı sağlayarak hipotalamus-pitüiter-adrenal (HPA) eksenindeki işlevlerin düzenini sağlar.

Gebelikte B6 ve B12 vitamini, çinko, magnezyum gibi vitamin ve elementlerin yeterince alınmasının serotonin fonksiyonu üzerinde olumlu etki yaratarak depresyonu önlenmesine yardımcı olduğu düşünülmektedir.

Gebelik depresyonunu etkileyebileceği düşünülen bir diğer element ise omega-3’tür.
Çalışmalar, vücutta omega-3 yağ asiti düzeyinin düşüklüğünün gebelik boyunca ve doğumdan sonraki süreçte ortaya çıkan depresif belirtiler ile ilişkili olduğunu göstermiştir.
Omega-3 yağ asidinin serotonin işlevleri üzerindeki etkisinden dolayı antidepresan etki gösterebileceği belirtilmektedir. Doğum ile ilgili depresyonların tedavisi ve önlenmesine yönelik omega-3 yağ asidi kullanımı üzerine yapılan klinik çalışmalarda, omega-3 yağasidi kullananlarda kullanmayan gruba göre anlamlı düzeyde daha az depresif belirti görülmüştür.

Folik asit alımının gebelik depresyonunu azaltıcı etkisinin incelendiği 1276 gebe üzerinde yapılan bir çalışmada; folik asit alımının gebelik depresyonunu azaltıcı etkisinin olmadığı saptanmıştır.
Araştırmacılar, beslenmenin gebelik depresyonuyla ilişkisinden söz edebilmek için beslenmenin çok boyutlu değerlendirilmesinin gerektiği ve bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtmektedir.

Prof. Dr. M. Reha BAYAR
2016

Gebelik ve Depresyon

Gebelik ve Depresyon

Depresyonun sıklıkla gebelik, doğum, lohusalık gibi doğurganlık süreçlerini içine alan 18-44 yaş aralığındaki kadınlarda görüldüğünü bilinmektedir. Bu süreçlerden gebelik, kadınlar için doğal bir yaşam olayı olmanın yanısıra önemli biyolojik ve psikososyal değişimlerin yaşandığı kaygı ve stres oluşturabilecek birçok etkenle karşılaşabilme riskinin de yüksek olduğu bir dönemdir.

Kadında gebelik ve doğum dönemlerinde meydana gelen nöroendokrin ve psikososyal değişikliklerin yaşamın diğer dönemleriyle kıyaslanmayacak kadar fazladır. Bu nedenlerden dolayı gebelik, kadınların yaşamında yoğun stresli bir dönemidir ve sıklıkla endişe ve depresyonla birlikte yaşanır. Gebelik depresyonu fetüsü ve annenin sağlığını olumsuz etkilemesi ve postpartum depresyona zemin hazırlaması nedeniyle üzerinde önemle durulması ve erken tanı koyulup tedavi edilmesi gereken bir sorundur

Doğum sonrası (lohusalık) depresyonu üzerine çok çalışma yapılmış olmasına karşın gebelik depresyonu ile ilişkili araştırmalar sınırlı sayıdadır. Değişik kültürlerde gebelik döneminde depresyon yaygınlığını araştıran çalışmalarda depresif belirti görülme sıklığı Macaristan’da %17.9, Amerika’da %20, Kanada’da %25, Finlandiya’da %30 olarak bulunmuştur.

Türkiye’de yapılan çalışmalar gebelerin yaklaşık olarak %35 inde hafif depresyon, %25 inde orta derecede depresyon, % 5-10 unda ağır şiddette depresyon görüldünü bildirmektedir.

Belirti ve bulgular:
Gebelerdeki depresif belirti ve bulguların; gebeliğin fizyolojik değişiklikleri ve yakınmalarıyla benzer özellikte olması ve çoğunlukla hafif özellik gösterebilmesi nedeniyle gebelik depresyonuna tanı koymak bazen güç olabilir. Bu nedenle gebeyi takip eden sağlık görevlisinin doğru tanı için gebeyi fiziksel ve psikolojik yönüyle iyi değerlendirebilmesi, depresyona yönelik belirtileri ve etkin tarama yöntemlerini bilmesi, bu yöntemleri uygulayabilmesi gereklidir Gebeliğin birinci üç ayında görülen başlıca depresif belirti ve bulgular; uyku ve iştah değişiklikleri, duygulanım ve anksiyete durumlarında dalgalanma, aşırı yorgunluk, libido kaybı, konsantrasyon güçlüğüdür. Benzer şekilde gebeliğin son üç ayında anksiyete, aşırı yorgunluk, uyku ve iştah bozuklukları, doğumla ilgili kaygılar görülebilmektedir. Bu depresif belirtiler gebeliğin ikinci üç aylık döneminde daha az görülmektedir. Gebelikteki depresif belirtiler genel depresyon belirtilerinden farklı olmamakla birlikte, hamile depresif hastalarda diğer depresif hastalara göre bulantı, mide ağrısı, sık soluk alıp verme, baş ağrısı gibi somatik şikayetler anlamlı derecede fazla görülmektedir.
Gebelik Depresyonunda Başlıca Risk Faktörleri

Genetik Faktörler:
Genetik faktörle ilgili bilgiler tam açıklığa kavuşmamıştır. Bununla birlikte gebelik / lohusalık depresyonunun yaklaşık %40-50’sinin genetik faktörle ilişkisinin olduğu ileri sürülmektedir. genetik faktörle çevresel faktörlerin iç içe olduğu ve araştırılırken bu iki faktörün birlikte ele alınması gerektiği unutulmamalıdır.

Çevresel Faktörler:

Stres, fiziksel, duygusal ve mental travma, viral enfeksiyonlar, kronik hastalıklar, oral kontraseptif kullanma, bazı sedatif ilaçlar gebelik depresyonuna zemin hazırlayan çevresel faktörlerdendir. Çevresel faktörler gebelik depresyonun oluşmasında tek başına bir faktör olmayıp, genetik eğilimle birlikte depresyon riskini arttırmaktadır

Sosyal Faktörler:

Eş yokluğu, evlilik sorunları, yalnız yaşama, boşanma, ekonomik düzeyin düşüklüğü, sosyal destek azlığı veya yokluğu, sosyal izolasyon, aile içi şiddet yaşama, geçmişinde: fiziksel, duygusal ve cinsel şiddet öyküsünün bulunması, yaşamdaki dramatik olaylar, sigara tüketimi, alkol ve yabancı madde kullanımı gebelik depresyonuna etki eden sosyal faktörlerdendir.

Psikolojik Faktörler:

Gebenin halihazırda anksiyete yaşaması, geçmişinde depresyon hikayesinin olması, gebeliğine yönelik zıt duygular, geçmişinde psikiyatrik hastalıkların varlığı gibi nedenler gebelik depresyonunu etkileyen psikolojik faktörlerdendir. İstenmeyen gebelik, önceki düşük veya kürtajlar bunların suçluluğu gibi psikolojik ve sosyal faktörler gebelik depresyonunu en çok etkileyen unsurlardır

Biyolojik Faktörler:

Biyolojik faktörlerle gebelik depresyonunun ilişkisinin belirlemek zordur. Biyolojik faktörler hormonlara etki ederek maternal depresyona zemin hazırlarlar. Beslenme bozuklukları (aşırı yeme, şişmanlık veya yetersiz-dengesiz gıda alımı ve zayıflık gibi nedenler, nörotransmitter ve hormonal fonksiyonları bozarak gebelik depresyonun patofizyolojisinin oluşmasına zemin hazırlamaktadır.

Hormonal Faktörler:

Gebelikte; östrojen, progesteron, prolaktin, troid stimüle edici hormon (TSH), triodothrionine / thyoxine hormon düzeylerinde ciddi değişiklikler görülür. Gebelikte östrojen ve progesteron düzeyindeki artışla maternal depresyon arasında ilişki bulunmadığı ancak yükselmiş TSH hormonu ile gebelik depresyonu arasında güçlü bir ilişkinin olduğu belirtilmektedir

Prof Dr. M. Reha BAYAR
2016

Normal miyim?

Acaba Bir Psikiyatriste Gitmeli miyim ?

Normallik ve psikiyatrik bozukluk kavramları günümüzde hala tam olarak netleştirilememiş ve herkes tarafından kabul gören bir tanıma kavuşmamıştır.

Normal veya anormal sözcükleri günlük konuşma dilimizde çok kullandığımız içinde birçok önyargı barındıran kelimelerdir.

Normalliğin bir tanımı: Davranış veya kişilik için belli kalıplara uyan ya da varoluşun “yaratılışın” kabul edebilen standartlarına benzeyen durumlardır.

Pekiyi bu belli kalıplar veya kabul edilebilirlik nelerdir bunları kim belirler.

Bir insanın normalliğini araştırırken şu soruları aklımıza getirmeliyiz.

Kime göre normal?

Neye göre normal?

Hangi zamana ve hangi coğrafyaya göre normal ?

Anlaşılacağı gibi normal tanımı bu sorulara göre çok değişkenlik göstermektedir. Toplumun referans aldığı değerler (adetler, alışkanlıklar, ahlak kuralları ve dini inanışlar kısaca kültür) zamanın akışına ve yaşanılan bölgeye göre sürekli değişir ve toplumun yapı taşı bireyin de yargılarını etkiler. Genelde normali “bizim gibi düşünen davranan hisseden olarak kabul etmeyi severiz . Bir toplumu meydana getiren bireylerin bile aile terbiyesi, eğitim, huy ve yaratılış “genetik” olarak farklılıkları göz önüne alınırsa herkesin normalinin ne kadar farklı olacağı anlaşılır. Bireyin farklılığını özellikle vurguluyorum zira yaşadığı toplum içinde herkes tarafından örnek gösterilen insanların özelinde “aile içinde, ikili ilişkilerde hatta yalnız başına” olduğunda davranışları çok farklı olabilir. Yani normal kavramının sadece toplum ve bireyin yargılarına indirilmesi son derece sakıncalıdır.

Daha yapısal bir bakış açısı ile Dünya Sağlık Örgütü normalliği şöyle tanımlamaktadır:

Fiziksel, zihinsel ve sosyal olarak tam bir iyilik hali.

Bu tanımda ise fiziksel ve zihinsel tam iyilik nedir? Sorusuna açıklık getirmek gerekir. (böyle bir tam iyilik hali var mıdır?)

Psikiyatri açısından zihinsel “ruhsal” iyilik hali şöyle tanımlanabilir.

Düşünce, duygulanım ve davranış açısından ruhsal fonksiyonların etkin olarak işliyor olması ve buna bağlı sosyal ilişkilerde başarılı olmak, üretici faaliyetlerde bulunabilmek, değişikliklere uyum sağlayabilmek ve problem çözebilme “zorluklarla başa çıkma” yeteneği

Bu noktada şu soruyu sormak durumundayız. Pekiyi psikiyatristler kimleri tedavi etmelidirler veya kimler psikiyatrik yardım almalıdır.

Tabii bu sorunun cevabını vermeden şunu belirtmekte fayda var. İçinede şizofrenik bozukluğunda yer aldığı ve bizim psikotik bozukluklar olarak isimlendirdiğimiz, gerçeği değerlendirmenin dolayısı ile yargılamanın ileri ve kalıcı olarak bozulduğu, işitsel ve görsel varsanıların “halüsnasyon” yaşantıladığı, davranış işlevselliğin ileri derecede bozulduğu hastalık gurubunda karar vermek çok daha kolaydır. Hasta istemese bile yakınları tedavi arayışı ile onu bir psikiyatriste ulaştırırlar.

Benim bahsettiğim gurup; ailemizde, çevremizde, aramızda yaşayan “belki biz” ama yaşamında bir şeylerin yolunda gitmediğini fark eden ve buna kendi başına veya çevresindekilerin desteği ile çözüm bulamayan kişileri kapsıyor. Onların önce toplum yargılarını ve kendi kişisel düşünce ve korkularını yenerek bir psikiyatriste gitmek gibi zor bir kararı almaları ve uygulamaları gerekiyor.

Bu kararı alırken normal miyim?, değil miyim?, duyulursa ne derler?, hakkımda ne düşünürler? gibi soruları zihninizden uzaklaştırıp asıl şunları kendinize sormalısınız:

Son zamanlarda sosyal işlevselliğimde benden kaynaklanan halledemediğim belirgin şikayetlerim, sorunlarım var mı? Hayatımdan memnun, mutlu muyum?

Bu şikayetler ailemle ilişkilerimde ve evlilik hayatımda (ebeveyn, eş, çocuklar) , iş hayatımda ve ilişkilerimde (patron, müdür, iş arkadaşı müşteriler), arkadaş ve dost çevremle olan ilişkilerimde ve her zamanki günlük yaşamım, alışkanlıklarım, davranış ve duygularımda önceye göre bir azalma , bozulma, düzensizlik ve hoşnutsuzluk oluşturuyor mu?

Bu soruların bir veya birkaçına “evet” cevabı veriyorsanız kimseye aldırmadan, kimseden çekinmeden bir psikiyatriste gitme ve yardım alma zamanınız gelmiş demektir. Ayrıca sizin izin ve onayınız olmadan psikiyatrisiniz ile paylaştıklarınızın sizin aranızda kalacağında kimse ile paylaşılmayacağından emin olmalısınız.

Prof. Dr. M. Reha Bayar