Skip to main content

Vaka Notu: İstanbul’un Ortasında Bir Kapanın İçindeydim

34 yaşında, reklam sektöründe çalışan bir erkek danışan… İlk görüşmeye geldiğinde yaşadığını şu cümleyle özetledi: “Metrobüste nefesim kesildi, kalbim deli gibi atıyor, gözüm kararıyor… İnecek halim bile yoktu.” Şehir hayatının içindeki görünmez yükler, sonunda bedenine sinyal vermeye başlamıştı.

Yaptığımız ilk değerlendirmede panik atağın fiziksel belirtileri oldukça netti ama bu krizlerin arkasında yıllardır biriktirilmiş stres, kontrol ihtiyacı ve bastırılmış duygular vardı. Süreç boyunca şehir içindeki “kaçamayacağı” ortamlarda kendini nasıl yeniden güvende hissedebileceğini çalıştık. Duygularla yüzleşmek ve bedeni tehdit gibi algılamamak, en önemli aşamaydı.

Bugün hâlâ metrobüse biniyor ama artık yanında sadece çantası değil, içgörüsü de var.

Vaka Notu: Yaşlılık Değil, Çaresizlikti

71 yaşında bir erkek danışan, torununun ısrarı üzerine ilk kez bir uzmana başvurmuştu. Görüşmenin başında, “Bu yaştan sonra ne fark eder?” demişti. Eşini kaybetmiş, yakın arkadaş çevresi azalmış, eskisi kadar dışarı çıkmıyordu. Bir süre sonra yemek yemeyi bırakmış, televizyon karşısında saatlerce sessizce oturur hale gelmişti.

Bu durum, çoğu zaman yaşlılığın doğal bir sonucu sanılsa da aslında açık bir geç yaş depresyonu tablosuydu. Bu yaş grubunda depresyon, genellikle ihmal edilir ya da fark edilmez. Ancak doğru yaklaşım ve düzenli takip ile değişim mümkün oldu. Küçük hedeflerle başladık; sabah yürüyüşleri, günlük planlar ve bir torunla yapılan haftalık sohbetler…

Bugün kendisiyle tekrar bağ kurmuş bir birey olarak yaşamına devam ediyor. Geç kalınmış değil, sadece geç fark edilmişti.

Vaka Notu: Annelik Yeterli Değilse?

Yeni doğum yapmış 31 yaşındaki bir danışan, eşi tarafından yönlendirilerek başvurdu. İlk başta çok konuşmak istemedi, anneliğin getirdiği sorumluluklardan bahsetti. Ama ikinci seansta gözyaşlarıyla birlikte cümle döküldü: “Bebeğimi seviyorum ama kendimi hiç tanımıyorum artık.”

Doğum sonrası depresyon (postpartum depresyon) tanısı koymamız uzun sürmedi. Suçluluk, kaygı, yetersizlik duyguları, özellikle toplum baskısıyla birleştiğinde anneliği zorlaştıran bir hale gelmişti. Süreç boyunca eş desteğini güçlendirdik, yalnız olmadığını ve bunun bir “zayıflık” değil “dönemsel bir ruhsal süreç” olduğunu anlaması çok önemliydi.

Şimdi hem bebeğiyle hem kendisiyle sağlıklı bir bağ kurmuş durumda. En önemli kazanımı ise şu oldu: Kendini ihmal etmeden de iyi bir anne olunabilir.

Vaka Notu: Kalbim Değil, Zihnim Çarpıyordu

29 yaşındaki bir kadın danışan, ilk görüşmemize bir acil servis macerasının ardından geldi. Son üç ayda dört kez acile başvurmuştu. Göğsünde sıkışma, nefes alamama hissi, çarpıntı, baş dönmesi… Her defasında kalp krizi geçirdiğini sanmış, ancak yapılan tüm tetkikler normal çıkmıştı.

Konuşmaya başladığımızda, “Bir anda geliyor, hiçbir sebep yokken. Öleceğimi sanıyorum” dedi. Anlattığı tablo oldukça tipikti: panik atak. Ama onun için yaşadığı şey, soyut bir “atak” değil, çok somut ve ürkütücü bir deneyimdi.

Görüşmelerimizde önce bedenini tanımasını, tepkilerini anlamasını sağladık. Panik bozukluk yaşayan bireylerin çoğu, aslında zihinsel yüklerini bedensel olarak taşımaya başlarlar. O da fark etmeden yıllardır bastırdığı yoğun kaygıyı, kontrol edemediği fiziksel belirtilerle yaşıyordu.

İlk dönemde ataklar hâlâ devam etti. Ancak nefes egzersizleri, tetikleyicilerin fark edilmesi ve bilişsel yeniden yapılandırma teknikleriyle birlikte, danışanım yavaş yavaş “atak geldiğinde korkmamak” duygusunu kazanmaya başladı. Çünkü artık neyle savaştığını biliyordu.

Bugün hâlâ zaman zaman yoğun kaygı yaşadığı anlar oluyor ama artık bu durumu yönetebileceğini biliyor. En önemli değişimi ise şu cümlesinde gizliydi:
“O ataklar artık bana zarar verecek bir şey gibi gelmiyor, sadece beni bir şeylere çağırıyor.”

Vaka Notu: Gülümseyen Yüzün Ardındaki Sessizlik

23 yaşında bir üniversite öğrencisi. Sosyal, neşeli, sevilen biri olarak tanınıyor. Ancak seans sırasında ilk söylediği şey şu oldu: “Gülümsemek en iyi savunma mekanizmam.” Yakın zamanda hiçbir olay yaşamamıştı ama uzun süredir içten içe tükenmiş hissediyordu. Anlattıkları arasında, zaman zaman panik nöbetlerine benzer ataklar geçirdiğini de fark ettik.

Yaptığımız değerlendirmede bu durumun, dışarıdan pek fark edilmeyen atipik depresyon olduğunu gördük. Uyku ihtiyacı artmış, enerji seviyesi azalmış, ama sosyal ortamlarda bu belirtileri başarılı şekilde maskeliyordu.

Terapi sürecinde, “herkes beni böyle tanıyor” baskısından sıyrılması ve kendi duygularına dürüstçe yaklaşması üzerine çalıştık. Kendini güçlü göstermek zorunda olmadığını fark etmesi, gerçek değişimin başlangıcıydı. Şu an daha sade bir hayat sürüyor ve “gülümsemek” artık bir maske değil, içten gelen bir tepki.

Vaka Notu: Başarı Beni Mutlu Etmedi


38 yaşında, üst düzey yönetici pozisyonunda çalışan bir erkek danışanla yaklaşık bir yıl önce tanıştık. Görüşmeye geldiğinde ilk cümlesi “Hayatımda her şey yolunda ama ben hiç bu kadar kötü hissetmemiştim” oldu. Kariyerinde zirvede, maddi olarak güçlü, saygın bir çevresi vardı. Ancak içsel olarak çökmüş, hiçbir şeyden keyif alamaz hale gelmişti.

Yaptığımız detaylı görüşmelerde, çocukluğundan beri hep “başarılı olmak zorunda” hissettiğini, duygularını ikinci plana attığını ve yıllar içinde iç dünyasıyla bağlantısını yitirdiğini gördük. Bu durum, zamanla duygusal tükenmişliğe ve ardından maskeli depresyon tablosuna yol açmıştı.

Seanslar boyunca önce hislerini tanımasına, sonra da “iyi olmanın sadece üretmekten geçmediğini” fark etmesine odaklandık. Zorlandığı anlarda yardım istemeyi öğrenmesi, onun için büyük bir kırılma noktası oldu. Bugün hâlâ çok yoğun bir iş hayatı var ama artık kendini daha çok duyuyor ve dinliyor.

Vaka Notu: Sessiz Bir Çöküşün Ardından

Yaklaşık altı ay önce başvuran 34 yaşında bir kadın danışan… Görünürde hayatında büyük bir sorun yoktu. Evli, iyi bir işte çalışıyor, dışarıdan bakıldığında “başarılı ve düzenli” bir yaşam sürüyordu. Ancak ilk görüşmede dikkat çeken şey, yorgunluktan çok daha derin bir boşluk hissiydi.

Kendini sürekli mutsuz, yetersiz ve suçlu hissettiğini ifade etti. Sabahları uyanmakta zorlandığını, sosyal çevresinden uzaklaştığını, artık hiçbir şeyin anlamlı gelmediğini söylüyordu. Uyku düzeni bozulmuş, işine olan ilgisini kaybetmişti. Görüşmenin ilerleyen dakikalarında “sadece yorgun değilim” cümlesi, sürecin dönüm noktası oldu diyebilirim.

Yaptığımız değerlendirmeler sonucunda danışanda majör depresyon belirtileri olduğu açıktı. Erken fark edilmemiş ve zamanla derinleşmişti. Terapötik süreçte temel hedefimiz; bu durumu tanımak, danışanın kendine karşı geliştirdiği sert iç sesle yüzleşmesini sağlamak ve yeniden bir yaşam düzeni inşa edebilmekti.

Psikoterapinin yanı sıra, belirli bir dönemde medikal destek de sürece dahil edildi. Zamanla yüzündeki ifade, konuşma biçimi ve hatta oturuşundaki ağırlık bile değişmeye başladı. Sessizce çökmüş bir yapının, adım adım yeniden ayağa kalkmasına şahit olmak, mesleğimin en anlamlı yanlarından biri oldu.

Bugün danışanım hayatına çok daha farklı bir perspektifle devam ediyor. Hâlâ zaman zaman zorlandığı anlar oluyor elbette, ama artık ne yaşadığını biliyor ve bununla nasıl başa çıkabileceğini öğrenmiş durumda.

Depresyon, yalnızca bir ruh hali değişikliği değil; zamanında fark edilmezse yaşamın tüm yönlerini etkileyen ciddi bir ruhsal bozukluktur. Ancak doğru zamanda, doğru müdahaleyle üstesinden gelinebilir.