Skip to main content

Yazar: Reha Bayar

Vaka Notu: Başarı Beni Mutlu Etmedi


38 yaşında, üst düzey yönetici pozisyonunda çalışan bir erkek danışanla yaklaşık bir yıl önce tanıştık. Görüşmeye geldiğinde ilk cümlesi “Hayatımda her şey yolunda ama ben hiç bu kadar kötü hissetmemiştim” oldu. Kariyerinde zirvede, maddi olarak güçlü, saygın bir çevresi vardı. Ancak içsel olarak çökmüş, hiçbir şeyden keyif alamaz hale gelmişti.

Yaptığımız detaylı görüşmelerde, çocukluğundan beri hep “başarılı olmak zorunda” hissettiğini, duygularını ikinci plana attığını ve yıllar içinde iç dünyasıyla bağlantısını yitirdiğini gördük. Bu durum, zamanla duygusal tükenmişliğe ve ardından maskeli depresyon tablosuna yol açmıştı.

Seanslar boyunca önce hislerini tanımasına, sonra da “iyi olmanın sadece üretmekten geçmediğini” fark etmesine odaklandık. Zorlandığı anlarda yardım istemeyi öğrenmesi, onun için büyük bir kırılma noktası oldu. Bugün hâlâ çok yoğun bir iş hayatı var ama artık kendini daha çok duyuyor ve dinliyor.

Vaka Notu: Sessiz Bir Çöküşün Ardından

Yaklaşık altı ay önce başvuran 34 yaşında bir kadın danışan… Görünürde hayatında büyük bir sorun yoktu. Evli, iyi bir işte çalışıyor, dışarıdan bakıldığında “başarılı ve düzenli” bir yaşam sürüyordu. Ancak ilk görüşmede dikkat çeken şey, yorgunluktan çok daha derin bir boşluk hissiydi.

Kendini sürekli mutsuz, yetersiz ve suçlu hissettiğini ifade etti. Sabahları uyanmakta zorlandığını, sosyal çevresinden uzaklaştığını, artık hiçbir şeyin anlamlı gelmediğini söylüyordu. Uyku düzeni bozulmuş, işine olan ilgisini kaybetmişti. Görüşmenin ilerleyen dakikalarında “sadece yorgun değilim” cümlesi, sürecin dönüm noktası oldu diyebilirim.

Yaptığımız değerlendirmeler sonucunda danışanda majör depresyon belirtileri olduğu açıktı. Erken fark edilmemiş ve zamanla derinleşmişti. Terapötik süreçte temel hedefimiz; bu durumu tanımak, danışanın kendine karşı geliştirdiği sert iç sesle yüzleşmesini sağlamak ve yeniden bir yaşam düzeni inşa edebilmekti.

Psikoterapinin yanı sıra, belirli bir dönemde medikal destek de sürece dahil edildi. Zamanla yüzündeki ifade, konuşma biçimi ve hatta oturuşundaki ağırlık bile değişmeye başladı. Sessizce çökmüş bir yapının, adım adım yeniden ayağa kalkmasına şahit olmak, mesleğimin en anlamlı yanlarından biri oldu.

Bugün danışanım hayatına çok daha farklı bir perspektifle devam ediyor. Hâlâ zaman zaman zorlandığı anlar oluyor elbette, ama artık ne yaşadığını biliyor ve bununla nasıl başa çıkabileceğini öğrenmiş durumda.

Depresyon, yalnızca bir ruh hali değişikliği değil; zamanında fark edilmezse yaşamın tüm yönlerini etkileyen ciddi bir ruhsal bozukluktur. Ancak doğru zamanda, doğru müdahaleyle üstesinden gelinebilir.

Sosyal Fobi Hakkında Her Şey

Sosyal fobi ya da diğer adı ile sosyal kaygı bozukluğu başkalarının,  özellikle de yabancı insanların  önünde bir performans sergilerken küçük düşme, mahcup olma ya da rezil olma korkusu ile belirli bir psikiyatrik bozukluktur. Bu korku türü çok önceden beri bilinen ve tanınan bir durum olmakla birlikte utangaçlık olarak adlandırılırdı.     

        Sosyal fobisi olan insanlar en sık başkalarının önünde kalabalık önünde konuşmak, bir sunum yapmak ve yeni insanlar ile tanışmak gibi sosyal durumlarda çok yoğun korku ve endişe yaşarlar. Böyle bir durumda terleme, kızarma, titreme, ses kısılması ve çatallaşması gibi belirtiler ortaya çıkar. Yanlış bir şey söyleyecekleri ya da yanlış bir şey yapacaklarını düşünür ve sonucunda insanların önünde mahcup ve rezil olacaklarını, herkesin ayıplayacağı ve küçük göreceğini zannederler. Korktukları bu sosyal duruma katılmamak için bahaneler üretir kaçınma davranışı içine girerler. Bu sosyal durum, kaçmalarının mümkün olmadığı bir ödev ve sorumluk ise o zaman çok uzun zaman öncesinden hazırlanmaya başlarlar. Korkuları her gün artar ve çok zorlanarak ve kaygı duyarak bu etkinliği yerine getiriler. Genellikle öğretmen, şef, müdür gibi statü olarak kedinden daha üst seviyede olan kişiler, tanımadığı yabancı insanlar ve özellikle karşı cinste olan kişi ve kişiler önünde bu kaygı duygusu ve kaçınma davranışı daha şiddetli yaşanır. Bazı durumlarda bir lokantada sipariş vermek, bir şeyler yemek, hesap istemek gibi günlük basit olaylar dahi hasta için çok zorlandıkları ve yoğun kaygı hissettikleri yaşantılar olabilir. Başkalarının izlediği ortamda yazı yazmak, imza atmak, telefon ile görüşmek, erkeklerde umumi tuvaletlerde pisuar kullanmak kişide yoğun sıkıntı yaratabilir. Mecbur kalmadıkça bu durumları yaşamak istemezler.

       Sosyal fobi coğrafi ve kültürel özelliklere göre farklı algılanabilen bir bozukluktur. Gerçi global dünyada bu durum giderek değişmekle birlikte Türkiye ve Japonya gibi bazı ülkelerde çekingenlik ve utangaçlık hoş karşılanan hatta bazen meziyet (saygılı, terbiyeli) sayılan bir özellikken ABD gibi rekabetçi toplumlarda bu bireyler başarısız, beceriksiz, ezik olarak kabul edilir ve alay edilerek dışlanırlar.

       Toplumda utangaçlık ve sosyal fobini ayrımını yapmak her zaman kolay olmaz. Utangaçlık bir hastalık değildir. Bir kişilik özelliğidir. Erken çocukluk yıllarından itibaren görülür ve yıllar ilerledikçe azalma eğilimindedir. Kişinin yaşadığı utangaçlık ve sosyal korkuların bir psikiyatrik bozukluk mu olduğuna karar vermek için klinik değerlendirmenin yanında kişinin sosyal (okul, iş, aile ve toplumsal) işlevselliğindeki bozulmanın da değerlendirilmesi gerekmektedir. Muhafazakar bir aile içinde yaşayan ve evden pek dışarı çıkmayan eğitimsiz bir ev kadını için sosyal fobi bir problem dolayısı ile bir şikayet nedeni olmayabilir oysa eğitim alması, çalışması, para kazanması dolayısı ile toplumun içinde mücadele etmesi gereken bir kişi için çekingenlik ve utangaçlık çok büyük problem olabilir ve sosyal işlevselliğini bozduğu için bir psikiyatrik bozukluk olarak kabul edilmelidir ve tedavi gerekir.

      Sosyal fobi dünyada yeti yitimi yapan ilk on kronik hastalık arasında yer alır. Sıklıkla erken ergenlik yaşlarında başlar ve erişkinlik boyunca devam etme eğilimindedir. Kadınlarda görülme sıklığının erkeklere göre daha fazla olduğu kabul edilmekle birlikte tedavi için hekime başvuranların hastaların büyük çoğunluğunu erkekler oluşturur.

     Ergenlik yaşlarında davranışsal ketlenmesi olan çocukların sosyal fobi geliştirme konusunda riskli oldukları söylenmektedir. Sosyal kaygılılık ve çekingen davranışların bazı çocuklarca yanlış şartlanmalar ile öğrenilerek benimsenmesi ve sosyal ortamlarda işlevselliği bozacak şekilde kullanılmaya başlanması sosyal fobi gelişmesinde etkili olabilir. Ebeveynin sert, eleştirel ve kontrol edici tutumları sosyal fobi oluşmasına yardım edebilir. Sosyal fobini’nin oluş mekanizmaları içinde genetik faktörlerde önemli bir yer kaplar. Sosyal fobik bozukluğu olan hastaların birinci derecede akrabalarında (ebeveyn ve kardeşler), başka psikiyatrik bozukluğu olan kişilerin birinci derece akrabalarına göre 3 kez daha fazla sosyal fobi görüldüğü bilinmektedir. Ayrıca sosyal fobi tedavisinde kullanılan ilaçların,  beyindeki nörotransmitterlerlerin  (beyin hücreleri “nöronlar” arasında iletişimi sağlayan biyolojik maddeler) düzeylerini ve etkinliklerini değiştirerek tedavide etkili olduğu iyi bilinmektedir. Bu durumda beyin biyokimyasında oluşacak değişiklik ve düzensizliklerin de hastalığın ortaya çıkışı ile çok yakın ilişkili olduğu anlaşılır.

        Sosyal fobi tanısı psikiyatrik muayene ve klinik değerlendirme ile konulur. Bu değerlendirme sırasında sosyal fobi bulgularının varlığını ve şiddetini ölçen bazı testlerden de faydalanılabilir.

        Sosyal fobi genç erişkinlik döneminde başlayan ve genellikle uzun yıllar devam eden süregen bir hastalıktır. Hastalık boyunca kişinin okul başarısını, iş hayatını, karşı cinsle ilişkilerini ve toplumsal iletişim ve gelişimini ciddi olarak olumsuz etkiler. Kişinin eğitimini tamamlamasına, evlenmesine ve meslek sahibi olmasına engel olabilir. Tedavini erken yaşlarda başlaması bu olumsuzlukların oluşmasını engelleyebilir. Dolayısı ile psikiyatriste erken müracaat etmek başarılı bir tedavi için gereklidir. Çoğunlukla, hastalar doktora baş vurma konusunda utanma, korku ve çekingenlikleri nedeni ile isteksiz ve kaçıngan davranabilirler. Bu durumda aile bireylerinin ve yakınlarının hastaya destek olmaları ve tedavi konusunda cesaretlendirmeleri gerekir. Bazı durumlarda ise psikiyatriste gitme nedeni, sosyal fobi ile çok sık bir arada görülen diğer psikiyatrik bozukluklar olabilir. Bu hastalıkların başında depresyon, panik bozukluğu ve diğer anksiyete bozuklukları, madde ve alkol kullanım bozuklukları, bulimia gibi yeme bozuklukları gelir. Sosyal fobi ile depresyonun bir arada bulunması depresyonun daha şiddetli seyretmesine ve yanında intihar düşünceleri ve teşebbüslerinin görülmesine   neden olabilir.

      Sosyal fobi tedavisinde farmakolojik tedavi ilk seçenektir. Farmakolojik tedavide seçici serotonin geri alım engelleyici ilaçlar (SSRI) , Beta bloker adı verilen ilaç grubu ve anksiyeteyi azaltan benzodiazepinler ve inatçı durumlarda MAO inhibitörü adını alan ilaçlar kullanılabilir. Tedavide psikoterapiler diğer tedavi seçeneğini oluşturur. Özellikle Bilişsel ve davranışçı tedavi teknikleri başarı ile kullanılmaktadır. Farmakolojik tedavi ve psikoterapilerin birlikte kullanılabildiği durumlarda tedavi daha başarılı olmaktadır.

Prof. Dr. M. Reha BAYAR

Psikiyatrist