Skip to main content

Yazar: Emel Katırcı

Sosyal Fobi

Sosyal Fobi Nedir?

Kişinin sosyal ortamlarda veya performans gerektiren durumlarda mahcup olacağı, küçük düşeceği ve utanacağını düşünerek duyduğu belirgin ve süreklilik gösteren korkuyu tanımlar. Bir anksiyete bozukluğudur.

Bu korku tanımadığı kişiler önünde, onların izlemesi ve kendisini olumsuz değerlendirmesi ile ilgilidir.  Topluluk önünde konuşmak, yemek yemek, yazı yazmak, imza atmak, telefon ile konuşmak gibi durumlar kişi için çok sıkıntılıdır. Bu durumlarda, utanmak ve küçük düşmekten duyulan korku ile çarpıntı, kızarma, terleme, titreme gibi fizyolojik belirtiler ortaya çıkar. Bazen bu bulgular çok yoğundur ve tek başına kızarma titreme fobileri olarak belirginleşirler. Hastalar sosyal ortamlarda beceriksizlik, kekelemek, yanlış şeyler söylemek ve uygunsuz davranışlarda bulunmaktan korkarlar. Hasta bu korkusunun yersiz ve aşırı olduğunu farkındadır. Korkuları iş veya okul hayatını insan ilişkilerini olumsuz olarak etkiler.  Korkulan durum ve ortamlar ile karşılaşabileceği endişesi yoğun yaşanabilir. Böyle bir durum ile karşılaşıldığında kişi olayı göğüsleyebilir, korku ve anksiyetesine katlanmaya çalışır (Bazen bu durum bir panik nöbeti tetikleyebilir) veya korkulan durumdan kaçınma davranış geliştirilebilir. Sosyal fobi geliştiren olay ve ortamlardan uzak durmaya başlar.

“Aslında ben çekingen biriyim. Çocukluğumdan beri bu böyleydi sanırım. Aneminde öğretmenlik yaptığı bir ilkokula gittim. Çalışkan bir öğrenciydim. Öğretmenlerim beni severdi. Çok saygılı terbiyeli bir öğrenci olduğumu söylerlerdi. Kolay arkadaşlık kuramazdım. Birkaç yakın arkadaşım vardı onlarla aynı mahallede büyüdük ve aynı okullara gittik. Ailelerimiz birbirini tanırdı. Okulda sosyal biri değildim ama arkadaşlarımla aram iyiydi.  Kendimi çalışkanlığımla kabul ettirmiştim. Sokağa çıkmama pek izin verilmezdi. Genellikle ders çalışarak ve kitap okuyarak vakit geçirirdim. Arkadaşlarım bizim eve gelir ve birlikte bilgisayarda oyun oynardık.  Futbolu severim. Arkadaşlarımla top oynamak isterdim ama maç sırasında top ayağıma gelince heyecanlanır, elim ayağıma dolaşırdı. Bazen pencerelerden arkadaşların babaları bizi seyrederdi, o zaman hepten elim ayağıma dolaşırdı.  Eve gitmem gerekiyor diyerek oyundan çıkardım.  Bu yüzden beni takıma almak istemezlerdi. Özellikle beşinci sınıftan sonra yeni bir okul ve birden fazla öğretmen olması beni çok etkiledi. Sözlüye kaldırılırım korkusu o zaman başladı. Bildiğim konularda bile bu korkuyu hep yaşadım. Hocaların gözlerine bakamazdım.  Çalışkan ve sevilen biriydim. Yazılılarım çok iyiydi, soruları da bildiğim halde, hoca beni derse kaldıracak diye çok korkardım. Hocalar ile konuşurken sesim titriyor, terliyor, kızarıp bozarıyordum ve çoğunlukla söylemek istediklerimi söyleyemiyordum. Hocalarım benim bu heyecanımı ve korkumu bildikleri için sözlüye kaldırmazlardı. Lisede bir kız arkadaşıma âşık oldum. Ona şiirler bile yazdım ama onun haberi olmadı çünkü değil aşkımı söylemek yanından geçerken bile heyecanlanıyor ve kızarıyordum. O bir şeyler anlayıp benimle birkaç kez konuşmak istedi ama heyecanımı yenip bir şey söyleyemedim, kızardım bozardım. Sanırım sesim titreyerek bir şeyler saçmaladım. Kim bilir benim için neler düşünmüştür? Beceriksiz yeteneksiz demiştir herhalde. Bu olaydan sonra onunla göz göze gelmekten bile kaçındım. Diğer çocukların kız arkadaşları vardı, benim hiç olamadı. Bu durum benim daha eve kapanmama neden oldu. Üniversite seçme sınavlarına tek başıma hazırlandım ve istediğim yeri kazandım. Artık İstanbul’da okuyacaktım. Esas problemler işte o zaman başladı. Babam beni okula kaydettirdi, bir yurda yazdırdı ve memlekete döndü. Aynı odada hiç tanımadığım dört kişi ile kalacaktım. Benim için tamamen yeni ve zor bir dönem başladı. Çok zor alıştım. Hatta alışamadım. Her şey yabancıydı. Amfilerde derse giriyorduk hiç tanıdığım arkadaşım yoktu. Amfide nereye oturacağımı, ne yapacağımı, nereye bakacağımı bilemiyordum. Sürekli önümdeki kitabı okuyormuş gibi yapıyordum. Öğrenciler bir hafta içinde tanıştılar, gruplaştılar. Ben kimseyle selamlaşmıyor ve konuşamıyordum. Bazıları tanışmak için sorular soruyordu. Cevap verirken zorlanıyor, kızarıyordum. Kendimi aptal gibi hissediyor ve kendime çok kızıyordum. Artık okulda olmak beni bunaltıyordu. Ayrıca problemlerim sadece okul ile sınırlı değildi. Okula giderken minibüse binmem gerekiyordu.  Parayı uzatmak,” alır mısınız” demek, nerede ineceğimi söylemek bile çok zordu. İneceğimi söyleyemediğim için bazen durağı geçtiğim oluyordu.  

Daha önce alışverişi ben yapmazdım. Para vermek, üstünü almak, aldıklarımı poşete koymak çok zor geliyordu. Oda arkadaşlarımla da kaynaşamadım. Zaten bir müddet sonra beni dışladılar. Artık derslere gitmiyordum. Sabah herkes gidinceye kadar yataktan kalkmıyordum. Bütün günü odamda geçiriyor, akşam olunca yurdun karşısındaki parka çıkıp orda oturuyordum. Yapayalnız ve mutsuzdum.”   

Bu hikâye Anadolu’dan okumak için İstanbul’a gelen üniversite öğrencisi bir gence ait. Psikiyatriste başvurma nedeni: okul başarısızlığı, isteksizlik, sıkıntı, karamsarlık, uykusuzluk gibi şikayetlerle anlatılan depresif bozukluk olmakla birlikte, bu depresyonun ortaya çıkmasına neden olan temel bozukluk yukarda bulgularını anlattığı sosyal fobisiydi. Uzun yıllar yaşadığı ve kendince uyum sağladığı alışılmış bir ortamdan çıkarak İstanbul’da yabancı bir ortama gelişi sosyal yaşamında ciddi olumsuzluklar oluşturmuş, yaşam kalitesini bozmuştu.

Obsesif Kompulsif Bozukluklar

Obsesif kompulsif bozukluk (OKB), obsesyon ve/veya kompulsiyonlar ile karakterize ruhsal bir bozukluktur. OKB’si olan kişi çoğunlukla obsesyonlarının anlamsızlığının farkındadır. Obsesyonlar zaman kaybettirici olabilir, kişinin rutin işlerine, mesleki işlevlerine, olağan sosyal aktivitelerine, arkadaş ve aile ilişkilerine önemli ölçüde engel teşkil edebilir.


Obsesyon veya saplantı kendiliğinden bilinç alanına giren, yineleyici, sıkıntı yaratan, kişinin saçma ve yanlış olduğunu bildiği düşünce, dürtü ya da imajlardır. Kompulsiyon (zorlantı) genelde bir obsesyona engel olmak için belli kurallarla yapılan motor veya mental eylemlerdir.

OKB nin görülme sıklığı nedir?

Sık görülen bir hastalıktır: Amerika’da yapılan çalışmalarda Toplumda görülme sıklığı dördüncü olan psikiyatrik hastalık olarak bulunmuştur. Ömür boyu görülme olasılığının %1-2 olduğu düşünülmektedir.

Kadın ve erkek oranı nedir?

Yapılan çalışmalar kadınlarda biraz daha fazla gözlendiğini belirtmektedir. Kadın erkek oranı 1,2 ile 1,8 arasındadır

Hastalığın başlangıç yaşı nedir?

Hastalığın ortalama başlangıç yaşı 21.9 ile 35.5 arasındadır. Hastaların %65’inde başlangıç 25 yaşından öncedir. %15’lik bir gurupta başlangıç yaşı 35’in üstündedir.

En sık görülen hastalık bulguları nelerdir?

En sık görülen durum kontaminasyon obsesyonları (elinin veya vücudunun mikrop pislik kan meni idrar ile kirlendiği düşüncesi) ve bunu izleyen yıkama ve temizleme obsesyonları ve kontamine olunan nesneden kompulsif kaçınmadır. İkinci sıklıkta görülen durum şüphe obsesyonları (Ocağın altını kapattım mı?, Kapıyı kilitledim mi?) ve bunu izleyen kontrol etme kompulsiyonlarıdır (ocağı, elektrik düğmelerini veya kilitleri defalarca kontrol etmek hatta bunun için eve geri dönmek ). Üçüncü sıklıkta görülen durum sadece obsesyonların olduğu kompulsiyonların görülmediği durumdur. Bu obsesyonlar genellikle cinsel ve saldırgan davranışların tekrarlayıcı düşünceleridir. Bunun dışında simetri obsesyonları, dinsel veya cinsel içerikli rahatsızlık ve suçluluk veren obsesyonlar, biriktirme kompulsiyonları da görülebilir.

OKB tedavisi nasıldır?

Tedavisinde kullanılan ilaçlar kadar davranışçı psikoterapide etkilidir. Bu iki tedavinin birlikte kullanılabildiği hastalar tedaviden daha fazla faydalanmaktadır.
Alıntılama: TÜRKİYE’DE SIK KARŞILAŞILAN PSİKİYATRİK HASTALIKLAR Sempozyum Dizisi No:62 •Mart 2008 S:185-192 Reha Bayar ve Mesut Yavuz

Antisosyal Kişilik Bozukluğu

Bu kişilik bozukluğu 15 yaşından önce başlayan, başkalarının haklarına saldırma ve yok sayma başta olmak üzere yaygın antisosyal davranışlar gösterme ile belirlenen bir bozukluktur.

Antisosyal kişilik bozukluğu tanısı 18 yaşından sonra konulmakla birlikte kişinin 15 yaş öncesinde davranım bozukluğu semptomları göstermesi gereklidir. Bu kişilik yapısı sosyopatlık, psikopatlık ve dissosyal kişilik bozukluğu olarak da adlandırılır.


Hilekarlık, yalan söyleme ve manipülasyon bu kişilik bozukluğunda görülen özellikler olduğu için, klinik değerlendirmede kişiyi tanıyan kaynaklarda alınan ek bilgilerle tamamlamak gereklidir.

Antisosyal kişilik bozukluğu olan kişiler çoğunlukla empati yapamazlar. Başkalarını duygularına, haklarına ve acılarına karşı duygusuzdurlar.

Kendilerini olduklarından değerli gören kibirli bir yapıları vardır. İlk bakışta çok cana yakın ve çekici olabilir, insanları kolayca etkileyerek kandırabilirler.

Bir eş ve ebeveyn olarak sorumluluklarını yerine getiremezler.

Genelde çok eşli bir yaşamaları vardır, cinsel ilişkilerinde de sorumsuz ve sömürücü olabilirler.

Toplumun diğer kesimine göre şiddet ile daha iç içe olduklarından erken yaşta ölme eğilimi gösterirler (intihar, kaza, cinayet gibi nedenlerden).

Bu kişiler sıklıkla kendilerini rahat hissedemezler, gerginlik, can sıkıntısına katlanamama ve depresif duygu-durum yakınmaları sıktır.

Anksiyete bozuklukları, depresif bozukluk, alkol ve madde kullanımı ile ilgili bozukluklar, somatizasyon bozukluğu, patolojik kumar oynama ve diğer dürtü bozuklukları sık görülür.

En sık birlikte görülen kişilik bozuklukları borderline, narsisistik ve histrionik kişilik bozukluklarıdır.

Antisosyal kişilik bozukluğu bulunan kişilerin akrabalarında aynı hastalığın görülme oranı genel topluma göre daha sıktır.

Aynı şekilde somatizasyon bozukluğu ve madde kullanımı ile ilişkili bozukluklar daha sık ortaya çıkmaktadır.

Bu bozukluğun gelişmesinde hem genetik faktörler hem de çevresel faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir.

Özellikle yaşamın dördüncü kırklı yaşlarda belirginleşmek üzere yaş ilerledikçe semptomlar yatışır. Bu yatışma özellikle suça karışma davranışlarında olursa da bütün antisosyal davranışlar ve madde kullanımında belirgin azalma görülür.

Depresyon

Genel olarak major depresyon yaygınlığı % 3-5.8 kadardır. Bir yıllık yaygınlık % 2.6-6.2 olarak verilmektedir. Hayat boyu risk erkekler için % 3-12, kadınlar için % 10-26’dır.

Farklı araştırmalara göre farklı rakamlar verilmekle birlikte tüm oranlar buna yakındır. Epidemiyolojik veriler herhangi bir yılda kadınların % 13’ü, erkeklerin % 8’inin depresyonda olduğunu göstermektedir.

Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışmasında 12 aylık depresif nöbet yaygınlığı kadınlarda % 5.4, erkeklerde % 2.3, tüm nüfusta % 4.0 olarak verilmektedir. Görüldüğü gibi kadınlarda iki kat daha fazladır. Yineleyici depresyonlar kadınlarda daha sıktır. Akut atak geçirenlerin % 15 kadarında depresyon süreğenleşme eğilimi gösterir.

Depresyon için risk etkenleri nelerdir?

  • Erken ebeveyn kaybı
  • Madde ve alkol kötü kullanımı
  • Anksiyete bozuklukları
  • Kadın olmak
  • Erken ebeveyn kaybı
  • Düşük sosyoekonomik düzey
  • Ayrı yaşama, boşanmış olma
  • İşsizlik: İşsizlik depresyonda risk etkeni olması yanında işte verimliliği azalmasının önemli nedenlerindendir.
  • Daha önce depresyon geçirmiş olma
  • Yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri
  • Kişilik yapısı
  • Çocukluk döneminde cinsel veya fiziksel kötü davranılma öyküsü
  • Bazı ilaçlar
  • Tıbbi hastalıklar
  • Hormonal değişiklikler.
  • Depresyonda cinsiyet farklılığı nasıl açıklanabilir?

Kadınlarda depresyonun erkeklere göre iki kat fazla olması erkeklerin belirtilerini, alkol kullanımı, değişik eyleme vurum davranışları şeklinde ifade etmesi, kadınların bu olanakları kullanamamaları, aynı stres etkeni karşısında daha yoğun belirtiler göstermesi biçiminde açıklanmaktadır. Diğer önemli bir açıklama da hormonal nedenler ve geleneksel kadın rolü ile ilgilidir. Ayrıca kadınlarda gebelik, doğum, premenstrüel dönem gibi biyolojik ve psikolojik olarak depresyona yatkınlık yaratan ek özellikler vardır. Cinsel ve fiziksel istismar da kadınları daha çok etkilemektedir.

Kadın ve erkeklerde depresyon sıklığı ile ilgili olarak aşağıdaki sıralama yapılabilir (en azdan en sıka doğru):

  • Evli erkek
  • Evli kadın
  • Bekar veya dul kadın
  • Bekar, dul, boşanmış erkek
  • Ayrı yaşayan ve boşanmış erkek

Depresyonun klinik belirtileri nelerdir?

Klinik depresyonun temel niteliği hoş olmayan duygu-durum, ilgi ve zevk azlığı, umutsuzluk ve karamsarlıktır. Olgular derin bir üzüntü yaşarlar. Gelecekleri ve yaşadıkları ile ilgili olarak hep kötümser düşünürler. Hastada depresif duygu-durum ile değişik etkinlik ve sorumluluklara karşı ilgi kaybı izlenir. Olağan etkinliklerden zevk alamaz. İş, özel zevkler, bireysel ilişkiler, cinsel aktivite de dahil olmak üzere hiçbir şeyden zevk alamazlar. Bazı olgularda önde gelen belirti bunaltı olabilir. Anksiyete (bunaltı, kaygı) düzeyi çok artabilir, ajitasyon (huzursuzluk) gösterebilirler. Genel olarak ilgileri azalır. Umutsuzluk ve çaresizlik duyguları o kadar yoğun olabilir ki düştükleri bu durumdan hiçbir şekilde kurtulamayacaklarını düşünebilirler. Depresif hastalar basit günlük aktiviteleri bile yapmakta güçlük çekerler. İş, aile, para ve kendi sağlıkları ile aşırı biçimde kafaları meşgul olur. Enerji düzeyi azalır. Bazı olgularda önde gelen belirti somatik belirtiler olabilir. Tepkisel davranırlar.

Umutsuzluk, kötümserlik, benlik saygısında düşme ve suçluluk duyguları intihar düşünce ve eylemlerini uyarır. Sevilenle yeniden birleşme düşünceleri ortaya çıkabilir. Düşünce içeriğinde geçmiş olaylar önemli bir yer tutar. Yoğun anksiyete (bunaltı, kaygı) belirtilerinin depresyon olgularında intihar girişimleri için belirleyici bir etken olduğu ileri sürülmektedir. İntihar düşünceleri ve girişimleri depresyonun önemli belirtilerindendir.

Depresif olguların çoğunda duygu-durum değişiklikleri ile iştah ve kilo kaybı bulunur.

Uyku bozukluğu depresyonun çok sık karşılaşılan bir belirtisidir. Dalgınlık, unutkanlık olabilir. Bazen ağır olgularda aklından geçenlerle dış dünyada olanlar birbirine karıştırılabilir.

Depresyon tanısı nasıl konur?

Depresyon tanısı koyabilmek için anlatılan belirtilerin tamamının bulunması gerekmez. Yukarıdaki belirtilerden bir küme işlevselliği bozacak kadar ağır ise ve başka nedenlere bağlanamıyorsa tanı konur.

Çocuklarda depresyon görülür mü?

Evet. Çocukluk döneminde de depresyon görülebilir. Tedavi edilmemesi halinde uzayabilir ve erişkinlikte de sürebilir. Çocuklarda depresyon belirtileri bazen erişkinliktekinden ayrılabilir. Okul reddi, hastalık uydurma, ebeveynlerini kaybetme kaygısı, okul sorunları biçiminde kendini gösterebilir.

Depresyonun seyri nasıldır?

Depresyon olgularının % 85 ya da daha fazlası bilinen olağan tedavi yöntemlerinden yararlanır. Tedavi edilmeyen olgular ise 6-24 ayda düzelirler. % 5-10 kadar olguda ise iki yıldan fazla sürer. Tedavi ile bu süre birkaç hafta ile birkaç aya indirilebilmektedir. Tedaviye erken başlamak yanıt alma süresini kısaltır. %10-15 olgu ise süreğen seyir gösterir. Başlama yaşı yönünden aynı aile bireyleri arasında ilişki vardır. Erken başlayanlarda yineleme olasılığı daha yüksektir. Stres etkenleri ile başlaması arasında bir ilişki olabilmekle birlikte bu zorunlu değildir. Depresyon yaşam boyu ataklar ve yinelemelerle sürer.

Depresyon tekrarlar mı?

Depresyon yineleyici bir hastalıktır. Daha önce tekrarlamış olması tekrarlama olasılığını arttırır.

Depresyonda yineleme için risk etkenleri;

  • Kalıntı belirtilerin varlığı
  • Daha önce depresyon geçirmiş olmak
  • Kronik depresyon
  • Duygudurum bozuklukları için aile öyküsü
  • Anksiyete ve madde kullanımı depresyonla birlikte görülmesi
  • Depresyonun 60 yaş üzerinde başlaması

Depresyonun nedenleri nelerdir?

Birçok psikiyatrik hastalıkta olduğu gibi depresyonda da tüm kliniği açıklayacak bir model bulunmamaktadır. Genel kabul gören görüş beyinde kimyasal iletimde rol alan maddelerle ilgili bir dengesizliğin olmasıdır. Bu dengesizlik çevresel nedenlerden etkilenmektedir.

Uyku bozuklukları depresyona neden olabilir mi?

Uyku sorunu depresyonun önemli bir belirtisi olması yanında depresyona da neden olabilir. Son yıllarda uzun süreli uykusuzluğun depresyona yol açabileceği konusunda kanıtlar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle uyku düzeninin sağlanması tedavinin temel amaçlarından biri olmalıdır. Bu amaçla olguların alkol almaları uyku sorununu genellikle kötüleştirmektedir.

İlaçlar depresyona neden olabilir mi?

Birçok antihipertansif ilaç, kalp ilaçları (kardiyo tonik, antianjinal, antiaritmik), antienflamatuvar, (ağrı kesici ve romatizma tedavisinde kullanılan ilaçlar) antibakteriyel ilaçlar, hormonlar, kolinerjik ilaçlar, organik çözücüler, birçok psikotrop (ruhsal yapı ve sinir sistemi üzerinde etkisi olan bazı ilaçlar) ilaç, alkol depresyona neden olabilir. İlaç ve alkol yoksunluğu da depresyona neden olabilir.

Tıbbi nedenler depresyona neden olabilir mi?

Evet. Birçok enfeksiyon hastalığı, tümörler, kalp ve solunum sistemi hastalıkları, birçok merkezi sinir sistemi hastalığı, genel beden travmaları, metabolik hastalıklar, beslenme sorunları, mide-barsak sistemi hastalıkları, kolajen doku (bağ dokusu) hastalıkları gibi birçok hastalık depresyona neden olabilir. Hastanede yatan olgularda olasılık daha da artar.

Depresyonun normal yastan ne farkı vardır?

Yasta üzüntü, ağıt, değişkenlik gösteren anksiyete, kötü rüyalar ve buna bağlı uyku sorunları, uykusuzluk, iştahsızlık, kilo kaybı ve normal etkinliklere karşı ilgi azlığı gibi depresyonda da izlenebilen belirtiler bulunur. Normal yasta bu belirtiler zamanla azalarak kaybolur. Sıklıkla da hekim müdahalesi gerekmez.. Depresyonda benlik saygısı azalırken kayıp ardından izlenen depresif durumlarda benlik saygısı korunur. Kendilerini değersiz bulmazlar, ağır suçluluk duyguları da olmaz. Ayrıca işlevsellikte önemli bir kayıp da olmaz.

Depresyon belirtileri yaşla değişkenlik gösterir mi?

Evet. Yaşlılarda bedensel ve bilişsel belirtiler affektif belirtilere göre daha fazla izlenir. Depresif duygudurum sık olmakla birlikte duygusal ifadelerde azalma daha sık izlenir. Apati, yorgunluk ve uyku sorunları sık olarak ifade edilirken çökkünlük pek ifade edilmez. Somatik belirtilerin yaşlılarda tıbbi durumlara bağlı olma olasılığını da unutmamak gerekir.

Depresyon olgularında intihar olasılığı ne kadardır?

Duygu durum bozukluğu gösterenlerde intihar düşünce ve eylemleri % 20-40 kadardır. İntiharları gerçekleştirenlerin geçmişlerinde de intihar girişimleri bulunmaktadır. İntihar riski belirtilerin şiddeti ile her zaman bağlantılı değildir. Yaşlılarda intihar olasılığı gençlere göre iki kat daha fazladır. İntiharla ilgili konuşanlarda olasılığın daha az olduğu düşüncesi yanlıştır. Hastanede yatan olgularda intihar girişimi oranı % 15 kadardır. Depresyon olgularının % 15’i intiharla ölmektedir. Tüm intiharların % 70’i depresyon olgularıdır.

Depresyon olgularının hastaneye yatması zorunlu mudur?

Depresyon tedavisinde hastaların yatırılması genellikle gerekmez. Aşağıdaki özellikleri taşıyan hastaların yatması gerekebilir.

  • Ciddi intihar düşünceleri gösterenler
  • İntihar planları yapanlar
  • Kendine ve çevreye zarar verme eğilimi olanlar
  • Gıda reddi olanlar
  • Ayaktan tedaviyi sürdürme güçlükleri
  • Psikotik özellik gösterenler
  • Ciddi intihar girişimi olanlar


Depresyon genetik bir hastalık mıdır?

Hem depresyon hem de bipolar bozukluk (iki uçlu hastalık) ailesel yatkınlık gösterir. Yakın akrabalarda bu iki hastalığın görülme sıklığı genel topluma göre 2-5 kat daha fazladır. İkiz çalışmaları da genetiği desteklemektedir. Ancak genetik etkiler yatkınlık düzeyindedir. Depresyon hastalığı çevresel stres etkenlerinden önemli ölçüde etkilenir.

Depresyon tedavi edilebilir bir hastalık mıdır ?

Evet. Depresyonda tedavide iş birliği yapan hastalarda tedavinin başarısı hemen hemen kural gibidir. Olgular tedaviye yüksek oranda yanıt verir.

Psikoterapi yarar sağlar mı?

Evet. Bilişsel, davranışçı tedaviler, kişiler arası ilişkilere yönelen psikoterapiler depresyonda yarar sağlar. Hafif depresyonda psikoterapi öncelikli olarak seçilebilir.

İyileştikten sonra ilaç kesilmeli midir?

Hayır. Depresyonu süreğenlik kazanmasında ve yinelemesinde en önemli nedenlerden birisi eksik tedavidir. İlk kez tedaviye alınanlarda tedavi süresi yaklaşık bir yıldır. Bu süre sonunda kalıntı belirtiler varsa süre uzatılır. Yineleyen olgularda da tedavi süresi uzamaktadır.

Antidepresan ilaçlar mutluluk ilacı mıdırlar? Bağımlılık yaparlar mı?

Hayır. Antidepresan ilaçlar depresyon olgularında duygudurumda yükselmeye neden olmakta, depresyonu tedavi etmekte, ancak normal duygudurumu değiştirmemektedir. Öfori yapmazlar.

Fiziksel bağımlılığa neden olmazlar.

Antidepresan ilaçlar diğer ilaçlarla etkileşir mi?

Tamamının olmasa bile bazılarının ciddi etkileşmeleri olabilir. Bu konuda en doğru yaklaşım tedavi eden hekimden bilgi almaktır.

Yeniden hastalanmamak için ne yapılmalıdır ?

Bu konuda en uygun yol doktorunuzun önerilerine uymaktır. Yineleyen depresyonlarda en önemli neden gerek ilacın dozu gerekse tedavi süresi açısından yetersiz tedavidir. Doz ve tedavi süresine uymak depresyondan yüksek oranda korunmayı sağlar.

Çevresel nedenlerin belirgin olduğu durumlarda stres etkenlerini azaltacak veya kontrol edecek önlemler depresyonun yinelemesini azaltabilir. Örneğin aile içi iletişim sorunlarının belirgin olduğu durumlarda aile veya bireysel psikoterapi yarar sağlayabilir.

İlaçların ciddi yan etkileri var mıdır ?

Antidepresan ilaçlar uzun süre kullanım güvenliği kanıtlanmış ilaçlardır. Doktor denetiminde kullanılması halinde kalıcı ve ciddi yan etkilere neden olmazlar. Ancak her ilaca karşı aşırı duyarlılıkların olabileceği, fiziksel sorunların ilaçların yan etkilerini arttırabilecekleri unutulmamalıdır.

Sık görülebilen yan etkiler arasında;

  • Ağız kuruluğu
  • Görme bulanıklığı
  • Kabızlık
  • Bulantı, kusma
  • Terleme
  • Uyuşukluk
  • Uyku sorunları
  • Kilo alma
  • Baş ağrısı, baş dönmesi
  • Mide barsak sistemi bozuklukları ve ishal
  • Karın ağrısı
  • Libido azlığı ve başka cinsel sorunlar
  • Bunaltı sayılabilir.

Yan etkilerin bireysel olarak ve ilaç gruplarına göre farklılık gösterebileceği unutulmamalıdır.

Antidepresan ilaçlarla birlikte alkol alınabilir mi?

Antidepresan ilaçlar alkolün etkilerine karşı duyarlılığı arttırırlar. Ayrıca alkol antidepresan ilaçların klinik etkinliğini de azaltır. Nöbet olasılığı da artar. Bu nedenle antidepresan ilaçlarla birlikte alkol alınması önerilmez. Bu tür etkileşmeler bazı ilaç gruplarında daha önemlidir. Bunun için doktorunuzdan bilgi almalısınız.

Depresyon bir kişilik sorunu veya zayıflığı mıdır?

Kesinlikle hayır. Depresyon gerçek bir hastalıktır. Kişilik zayıflığı ile bağlantısı yoktur.

Hekim önerilerine uymamanın nedenleri nelerdir?

İstenmeyen yan etkiler

Hasta hekim ilişkisinin niteliği, güvensizlik, yeterli bilgi alamama

Hastalığın şiddeti

Hastanın eğitim düzeyi: Eğitim düzeyi düşük olanlarda uyumsuzluk daha fazladır.

Antidepresan ilaç seçimi: Bir ilaca uyum göstermeyen olgu başka bir ilaca uyum gösterebilir.

Hastanın kişilik yapısı

Depresyon ağırlaşarak şizofreni gibi ağır hastalıklara dönüşür mü?

Hayır. Şizofreni ile depresyon arasında nedensellik bağlantısı yoktur. Depresyon ağırlaştığında ağır depresyon olur. Ancak depresyon şizofreninin seyri sırasında sık olarak ortaya çıkar. Şizofreniye eşlik eden depresyonlar ile diğer depresyonlar arasında nedensellik bağı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır.

Bipolar bozukluk ile depresyonun ne gibi bağlantısı vardır?

Bipolar bozukluk depresyondan şimdi veya geçmişte en az bir manik atak (taşkınlık nöbeti) olması ile ayrılır. Bipolar bozuklukta manik atak yanında depresif dönemler de olabilir.

Depresyon olgularının % 10 kadarı hastalığın bir devresinde manik bir atak geçirmektedirler. Diğer bir deyimle bipolar bozukluğa dönüşürler. Duygu-durum bozukluğu atağı (mani veya depresyon) olan olgularda manik atak için kesin bir belirleyici olmamakla birlikte ailede bipolar bozukluk olması bu açıdan önem taşımaktadır.

Psikofarmakolojik Bilimsel Çalışma Birimi tarafından hazırlanmıştır.

Kaynak: http://www.psikiyatri.org.tr

Kişilik Bozuklukları

Bu şahısların iş ve aile yaşamında belirgin sorunlar vardır. Toplumda kendi sınıfındaki bireylere göre daha az eğitimlidirler. Madde ve alkol bağımlılığı, cinsel suçlar, evlilik ve işsizlik gibi sorunlar daha sık görülmektedir. Kişilik bozukluğu tanısı alan insanların şiddet içeren veya içermeyen suç işleme oranları daha yüksektir. Ayrıca kişilik bozuklukları; madde kullanım bozukluğu, duygu durum bozuklukları, impuls kontrol bozuklukları, yeme bozuklukları, anksiyete bozuklukları ve intihar için ciddi bir risk oluştururlar. Kişilik bozukluğu nedir? Kişilik bozukluğu kişinin kültürüne göre beklenenden önemli ölçüde sapmalar gösteren, devamlılığı olan bir iç yaşantısı ve davranış örüntüsüdür. Yaygındır, esnekliği yoktur. Ergenlik ya da genç erişkinlik döneminde başlar, zaman içinde yerleşir ve kalıcı olur. Kişide sıkıntıya ya da işlevsellikte bozulmaya yol açar. Hiçbirimiz kusursuz değiliz. Halk arasında çok yaygın kullanılan “Kusursuzluk Allah’a mahsustur” sözü bu özelliğimizi güzel vurguluyor. İnsanların çoğunda olumlu, yapıcı, hoşa giden özellikler ile birlikte olumsuz ve hoşa gitmeyen taraflar birlikte bulunmakta ve bu durum normal olarak kabul edilmektedir. O zaman kişilik konusunda normal ve anormal ayrımı nasıl yapılmalıdır. Bu oldukça zor bir soru gibi görünüyor, zira bu ayrımı kesin yapacak özgün kriterler henüz mevcut değil. Kişilik özellikleri nelerdir? Çeşitli toplumsal ve kişisel ortamlarda sergilenen, kişinin kendisini ve çevresini algılaması, ilişki kurma biçimi ve düşünceleri ile ilgili sürekli bir organizasyondur. Ne zaman kişilik bozukluğundan bahsedilir? Kişilik özellikleri esnekliğini kaybedip, uyum sağlamada görev yapamaz duruma geldiğinde ve kişinin işlevselliğinde bozulmaya veya sıkıntıya neden olduğunda kişilik bozukluğundan bahsedilir. Bu tanım çerçevesinde kişilik bozukluklarını ayırt etmek için bazı temel özellikler belirlenmiştir. Bir kişiye kişilik bozukluğu tanısı konulabilmesi için bu özelliklerin bulunması gereklidir. Bunların birincisi kişinin içinde yaşadığı toplumun kültürüne göre beklenen ve kabul gören davranışlardan açık biçimde farklılık göstermesidir. Ayrıca bu farklılık hastada belirgin bir sıkıntı yaratmalı ya da sosyal, mesleki veya diğer işlevsel alanlarda bozulmaya yol açmalıdır. Örneğin genç yaşlarından itibaren aşırı titiz ve ayrıntıcı bir kişi, işi ile ilgili olarak en ufak detaylara takılıp zamanının çoğunu bunlarla harcayabilir ve başkalarının birkaç saatte bitireceği işi, bir günlük mesai saati içinde yetiştiremez ve işini aksatır. Bu durum mesleki işlevselliği bozduğu için patolojik sayılır ve obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu açısından incelenmelidir. Bir diğer özellik kişilik bozukluğuna bağlı şikayetlerin değiştirilemez olmasıdır. Kişilik bozukluklarında hasta çoğunlukla olumsuz taraflarını farkında değildir ve normal kabul eder. Bazı durumlarda bu özellikler olumsuz ve patolojik olarak kabul edilse bile hastanın bunları değiştirecek becerisi yoktur. Kişi bu konuda esneklik gösteremez. Oysa normal insanlar olumsuz özelliklerinin farkındadır ve bunları değiştirmek için uğraşırlar ve değiştirebilirler. Diğer bir özellik kişiliğin patolojik taraflarının kalıcı ve sürekli olmasıdır. Olumsuz özellikler belirli koşullar ve sınırlı bir süre ile kısıtlı olmamalıdır. Örneğin savaş, baskı rejimleri veya terör ortamlarında insanların aşırı savunucu ve şüpheci olması beklenebilir fakat bu şartlar düzelince eski hallerine dönerler. Kişilik bozuklukları diğer psikiyatrik bozukluklar gibi belli bir hastalık süresi ile kısıtlı değildir. Genelde çocukluk yıllarında ortaya çıkan uyumsuz özellikler gençlik yıllarında belirginleşir ve ömür boyu devam etme özelliği gösterir. Kişilik bozukluğu tanısı koymak için kişinin işlevselliğindeki bozukluğun, uzun bir zaman dilimi içinde incelenmesi gerekir. Kişilik bozukluğu tedavisi nasıl olur? Kişilik bozuklukları zaman içinde spontan düzelmelerin görülmemesi, tedaviye yanıtın yetersiz olması ve semptomların belirgin değişiklik göstermeden yıllarca devam etmesi gibi özellikleri ile diğer mental bozukluklardan ayrılırlar. Hastalar genellikle kendiliklerinden tedavi olmak istemezler. Evlilik veya iş ile ilgili problemler nedeni ile başkalarının mecbur bırakması sonucu tedaviyi kabul ederler. Kişilik bozukluklarının tedavisinde, şikayetlere yönelik ilaç tedavisi ve psikoterapi birlikte kullanılır. Tedaviden sonuç alınması için hastanın da aktif ve istekli katılımını gerektiren uzun soluklu bir süreç gerekir. Prof. Dr. M. Reha BAYAR

Paranoid Kişilik Bozukluğu

Paranoid kişilik bozukluğunun temel özelliği aşırı kuşkuculuk ve güvensizliktir. Bu kişiler başkalarının söz ve davranışlarını kötüye yorar ve kasıtlı olduğunu zannederler. Sürekli kullanılacağı, aldatılacağı ve zarar görecekleri konusunda kuşkuları vardır. Paranoid kişilik bozukluğu olan insanlar alıngan, kıskanç, aşırı gururlu, kinci, suçlayıcı, saldırgan, temkinli, soğuk, katı ve ciddi olabilirler. Ağır stres yükü altında saatler veya günlerle ifade edilen kısa psikotik ataklar geçirebilirler. İnsanlara güvenemedikleri için güvene dayalı ilişkilerde başarısızdırlar. Hukuk, güvenlik ve savunma ile ilgili meslekleri seçmeye eğilimdirler ve bu mesleklerde başarılı olabilirler. Bu kişilik bozukluğunda belli başlı sorunlar kişinin mesleki ve evlilik ve diğer sosyal yaşamında ortaya çıkar. Paranoid kişilik bozukluğu olan kişilerde diğer psikiyatrik problemlerden major depresyon, obsesif kompulsif bozukluk, alkol ve madde bağımlılığı görülme riski fazladır. Diğer kişilik bozukluklarından şizotipal, şizoid, narsistik, çekingen ve sınırda kişilik bozuklukları ile bulunma olasılığı fazladır. Bu kişilik bozukluğu strese bağlı psikotik atakları sırasında kısa psikotik bozukluk tanısını da alabilirler. Tedavisinde hastanın şikayetlerine yönelik ilaç tedavisi uygulanır. Hastanın kişilik özelliklerini farkındalığını arttıran bilişsel psikoterapi faydalı olmaktadır.

Histirionik Kişilik Bozukluğu

Bu kişilik bozukluğunun temel özellikleri her alanda ilgi ve dikkatleri toplama gayreti içinde olma, aşırı duygusallık ve abartılı davranışlardır.

Histrionik kişilik bozukluğu olanlar sıklıkla ilgiyi çekmek için rol yapar veya göstermelik intihar girişimlerinde bulunurlar. Kişiler arası ilişkiler sağlıksız, yüzeysel ve genellikle kısa sürelidir. Uzun süreli ilişkilerdeki yetersizlikleri ve değişkenlikleri nedeni ile evlilikte ciddi problemler yaşanır.

Yeni ilişkiler ve başlangıçlar bir müddet çekici gelir. Fakat devam ettirilemez. Bu kişilik bozukluğunda major depresyon, somatizasyon bozukluğu ve konversiyon bozukluğu görülme riski artmıştır. En sık birlikte görüldüğü kişilik bozuklukları: narsistik, borderline, antisosyal ve bağımlı kişilik bozukluklarıdır.

Borderline Kişilik Bozukluğu

Sınırda kişilik bozukluğun temel özellikleri kişiler arası ilişkilerde impulsif (fevri) davranışlar, benlik algısında ve duygulanımda aşırı değişkenlik ve tutarsızlıktır. Bu bozukluğu gösteren hastalarda aşırı stres altında halüsinasyon, vücut imajında bozulma, yanlış yorumlama gibi psikotik özellikler ortaya çıkabilir.

Sık görülen intihar düşünceleri ve girişimleri, kendine zarar verme davranışları nedeni ile yaralanma ve hatta ölüm meydana gelebilir.

Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerin hayatında belli ve sürekli bir mesleğe sahip olamama, iş kaybı, eğitimi tamamlayamama, evliliği sürdürememe ve boşanma gibi ciddi sorunlara sıklıkla rastlanır.

Genellikle çocukluk dönemlerinde yaşanmış fiziksel ve cinsel istismar, ihmal edilme, anne baba kaybı veya ayrılığı gibi bir öyküleri vardır.

Beraberinde en sık görülen bozukluklar major depresyon, alkol ve madde kullanımı ile ilgili bozukluklar, yeme bozuklukları (özellikle blumia), posttravmatik stres bozukluğu ve dikkat eksikliği- hiperaktivite bozukluğudur.

Diğer pek çok kişilik bozukluğu ile bulunabilir.

Borderline kişilik bozukluğunun seyri oldukça değişkenlik gösterir. En sık görülen form genç erişkinlikte, ciddi duygulanım ve dürtü kontrol bozukluğu ile sağlık kurumlarına sık sık başvurular ile karakterize kronik instabilite ile giden durumdur. İşlevsellikte bozulma ve intihar riski genç erişkinlik döneminde daha fazladır ve ilerleyen yaşla azalır.

Borderline kişilik bozukluğu olan hastaların akrabalarında bu bozukluğun görülme oranı genel topluma göre yaklaşık beş kat daha fazladır.

Obsesif Kompulsif Bozukluk Hangi Psikiyatrik Hastalıklar ile Birliktedir?

Obsesif Kompulsif Bozukluğun diğer psikiyatrik bozukluklar ile bulunması oldukça sıktır.

En sık depresyon ile görülür. ECA çalışmalarında erişkin OKB hastaların yaklaşık üçte biri depresyon tanısında almaktadır.

Major depresyonun yaşam boyu yaygınlığı OKB’li hastalarda %67 olarak verilmektedir.

Daha sonra sırası ile özgül fobi: %22,

Sosyal fobi: %18,

Yeme bozuklukları: %17,

Alkol kötü kullanımı: %14,

Panik bozukluğu: %12 olarak gelmektedir.

Obsesif Kompulsif Bozukluğun Görülme Sıklığı

Dünyada bu hastalıktan etkilenen 50 milyondan fazla insan olduğu düşünülmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü tarafından yapılan epidemiyolojik alan taraması (ECA) öncü çalışmalarına OKB yaygınlığı beklenenden fazla çıkmıştır.

ECA ve daha sonra yapılan benzer metodoloji çalışmalarında dünya genelinde yaşam boyu yaygınlığı %2-3 olarak bulunmuştur. Bu oran temel alındığında 50 milyondan fazla insanın bu hastalıktan etkilendiği hesaplanmaktadır. Bu ise dünyadaki depresyon hasta sayısının yarısı ve şizofren hasta sayısından daha fazla bir OKB popülasyonunu işaret eder. OKB yaygınlığının sosyal-ekonomik durum, eğitim ve etnik farklardan fazla etkilenmediği görülmektedir. Çocuklar gelişimleri sırasında yaygın obsesif semptomlar göstermekle birlikte bunların çok azı OKB olarak gelişmektedir. Yaşam boyu yaygınlık erişkinlerdeki ile aynı oranda %2 olarak bildirilmektedir.